Bu Blogda Ara

07 Ocak 2011

Porno, Akademik Özgürlük ve Yozlaştırılan Sanat

Basınımız yine dillere destan bir haberle çalkalanıyor bugünlerde. Başkasından duysam “Zaytung’dan okumuştur da inanmıştır bu saf” diyeceğim türden bir haber. Bilgi Üniversitesi’nde bir öğrenci, bitirme ödevi olarak porno film çekmiş. Ödevi sanat açısından değerlendiren akademik hocalarımızdan önce geçersiz not almış. İkinci denemede, filmin kendisiyle değil de filmden anların resmedildiği bir albümle, D notu ile geçmesine izin verilmiş. Olay basına nasıl sızdı, sızdıranlar filmi yapanlarla aynı kişiler midir ya da karşıt olanlar mıdır, üniversitede porno film yapılır mı, yapılsa bu ödev olabilir mi, ödev olsa sanatsal değerinden dolayı geçer not alabilir mi... Sorular günlerdir gazetelerin sayfalarını meşgul ediyor. Benim sormak istediğim soru ise şu: Pornoyu sanatlaştırmak için sanatı pornolaştırmaktan başka bir çaremiz var mıdır? Akademik özgürlük konusuna hiç girmeyeceğim çünkü zaten “bir şey” olduğunu iddia eden bir ödevin “o şey” olmadığını kanıtlarsak, amacına hizmet etmediği için akademide yeri olmayacağını da kanıtlamış oluruz.

Tabii, böyle bir soruyu yanıtlamak için önce pornodan sanat olur mu sorusunu yanıtlamak gerekir. Sorunun yanıtı kesin ve nettir: Hayır, olmaz, olamaz, olmamalı. Neden? Çünkü eleştirel olamaz bir porno filmi. Sanatın amacı sadece tasvir etmek değildir, aynı zamanda değiştirmek, devinime katkıda bulunmaktır. Pornonun amacı doğal duyguları uyarmak ve izleyiciyi görsel katarsis yoluyla tatmin etmekten başka bir şey değildir. Bunu yaparken, suya sabuna dokunan bir iş yapmış olmaz. Tıpkı James Bond filmlerinin ya da diğer vurdulu kırdılı filmlerin sanat kategorisinde incelenemeyecekleri gibi porno da incelenemez... Çünkü bu filmlerde de katarsis duygusal bir ateşlenmeye, anlık bir heyecana indirgenmiştir. Bunun dışında porno filmlerde, filmin dışına sızan bir mesaj yoktur. Hele Türkiye gibi toplumsal sorunların ayyuka çıktığı, şikayetlerin ülkenin sınırlarını aşıp, AİHM’de yankılandığı bir ülkede sırf ses getirmek için böyle bir çabaya girişmek, maskaralık, bir çeşit ucuz yoldan şöhrete ulaşma yöntemidir.

Yönetmen adayımızın bahane olarak ortaya attığı ifadeler ise “özrü cürmünden beter” dedirtecek cinsten. Tersanelerde kaderlerine terk edilen işçileri, namus belasıyla hayatını kaybeden gelinlik kızları, kum taşlama atölyelerinde ölümcül hastalıklara yakalanan ve köylerine dönüp ölümü bekleyen zavallı gençleri, karnına yediği “yasal” tekmelerle bebeğini düşüren üniversite öğrencisini anlatmak yeteri kadar ses getirmeyeceği için Bilgi Üniversitemizin çok bilgili öğrencisi bu yolu seçmiştir. Sanat, hiç kuşkusuz insanı tüm bütünlüğüyle anlatmalıdır. Cinsellik insanın vazgeçilmez bir parçası olduğuna göre onun da sanatta yeri vardır. Zaten bu yüzden pek çok ünlü yönetmenin, ün yapmış filminde cinsellik ciddi bir ağırlık içerir. Kubrick’in “Eyes Wide Shut”ı, Bertolucci’nin “Last Tango in Paris”i, geçen yıl Oscar alan “The Reader” ve daha pek çok film cinselliği, toplumun baskılarını, bireyin çıkmazlarıyla birlikte işleyen filmlerdir. Yalnız bu filmlerin hiçbirisinin konusu insanların nasıl seks yaptıkları değildir. Bastırılmış duyguların bireylerde nasıl istemdışı bir şekilde ortaya çıktıklarını, nasıl çarpıklıklara yol açtıklarını, en yalnız olduğumuz anlarda bile toplumun gözetleyen gözünün içimizde nasıl gezdiğini ortaya koydukları sürece ahlaki bir değerleri de vardır. Bunun yanında tiyatronun dışına taşan evrensel mesajlar taşır bu filmler. Cinsellik ne iyidir, ne kötü. Sadece doğaldır. Doğal olduğu için hayatın her aşamasına yaşanan ya da yaşanmayan cinsellik yansır. Dolayısıyla sanat kategorisinde incelenebilir, eleştirilebilir, yerilip, övülebilirler böyle filmler.

Bana kalırsa bu arkadaş porno filmi çekmek yerine, porno filmi çekmek isteyen bir yönetmenin oyuncu bulmaktaki sıkıntısını anlatan bir film çekseydi, çok daha faydalı bir iş yapmış olurdu. Böylece erkek egemen bir toplumda kadın-erkek ilişkilerini incelemiş, ortaya konacak senaryoya göre, bulunamayan oyuncunun, bulunamayan mekanın, bulunamayan yatağın, hatta bulunamayan senaryo yazarının öyküsü anlatılabilirdi. Belki şimdi olduğu gibi bu kadar ses getirmezdi ama dişe dokunur bir iş yapmış, topluma eleştirel bir yönden bakarken, daha önce bilmediğimiz sırları da ortaya çıkarabilirdi.

Sanat adı altında yapılan bu ödevin aslında sanata büyük bir zarar verdiğini de görmezlikten gelemeyiz. Ben-böyle-sanatın-içine-tüküreyimcilere gün doğacak bu tür çalışmalar arttıkça. Pornoyu sanatlaştıramadıkları için sanatı pornolaştıracaklar yavaş yavaş. “Aha bu da sanat!” diyecek renkli çamaşırları ipe seren bir kadın. “Ben de sanatçıyım” diyecek kusmuğunu duvara savuran bir sarhoş. Yürümek, ayıya dans ettirmek, köpeğe kedi yürüyüşü yaptırtmak, dalga dalga çiş yapmak, geometrik şekilleri rengarenk boyamak, öpüşmek ve hatta öpüşmemek hep sanat olacaklar. Bütün bunlar sanat olunca da sanatın saygınlığı ayaklar altına alınacak. 70 milyon sanatçımız bir araya gelip, Cüneyt Özdemir’in ekranımıza taşıyacağı filmi bekleyeceğiz. Zevk için değil tabii, Bilgi Üniversitesi’nin bilge öğrencisinin, bilgiçce yapılmış bitirme ödevini, sanatsal açıdan eleştirmek için...

Ali Rıza Arıcan – 6 Ocak 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder