![]() |
Yiyemediğim liang pi. Fotoğraf internetten. |
Öğlene doğru çıktım evden. Amacım yürüyerek parkın altındaki küçük lokantaya gidip liang pi yemekti. Sıcakta yenilecek en güzel yemeklerden birisidir; hafif acı, soğuk, süngerimsi tofu parçaları zahmetsizce akıp gidiyor boğazdan, salatalık, maydanoz ve kırmızı lahanalar ekşiliği arttırıyor. Sıcak demedim, nem demedim, neredeyse 3 km yürüdüm. Hedefe ulaşmamla en son bir ay önce ziyaret ettiğim lokantanın çehre değiştirdiğini fark etmem bir oldu. Tüm menü değişmiş, deniz ürünleri çorbası satan sıradan bir mekâna dönüşmüş. İçeriye bile girmedim o hayal kırıklığıyla. Sola sapıp yol boyunca yemek satan ufak lokantalara baktım. Kolay değil tabii etsiz bir yemek bulmak. Nihayet baozı satan bir yer buldum. İki tane tofulu-lahanalı baozı aldım. Sabah kahvaltısı da yemediğim için acıkmıştım. Baozılardan birisini hemen oracıkta indirdim mideme. Parka doğru yürüyordum ki Liang pi’ye benzeyen bir resim gördüm bir dükkânın önünde. Sordum, değilmiş. İçinde et var mı dedim, yok dedi. Tamam bana bir tane ver dedim. Dükkânın önündeki sadece anaokulu çocuklarının rahatlıkla oturabileceği büyüklükte bir sandalyeye ve sehpaya kuruldum. Kadın yemeğin adını söyledi ama aklımda kalmadı. Gerçi benim için fark etmez. Ben liang pi niyetine yedim. 10 Yuan’dı fiyatı. Rengi kırmızı değildi, içinde lahana yoktu ama onun dışında pek farklı değildi. Bir de su içtim yanında. Diğer baozıyı da yedim bu arada. Artık karnım doymuştu. Parka gittim, Tanpınar’ın mektuplarını okumaya devam ettim. “Fransızca ağzımda ikinci kelimede şişiyor, büyüyor. Suat İsmail’in kocaman eli, heceleri ağzımın içinde buluyor, ayırıyor. Sarhoş olunca daha rahat konuşuyorum.” demiş üstat Fransa’dan Adalet Cimcoz’a yazdığı bir mektupta. “Dünyada iki hasretim vardı. Biri Paris, diğeri güzel kadın. Burada ikisini de kaybettim.” diye de eklemiş daha sonra bizim müzmin huzursuz muharrirciğimiz. Bir ara uykum geldi, yaşlı bir çiftin ayıplayan bakışlarına aldırmadan uzandım, hafiften sızdım suyun yanı başında. Uyanınca eve dönmeye karar verdim. Zaten belim ağrıyor, daha beter olmayayım durduk yerde. Dönüş yolunda tatil sonrası yapılan basmakalıp diyaloglardan birisini kurguladım kafamın içinde:
-
Nasıldı tatilin?
-
Istırap içinde!
-
Nasıl yani, bir yerlere gitmedin
mi?
-
Yok, Shenzhen’da kaldım. Evin
civarında uzun yürüyüşler ve balkonda uzun okumalar dışında bir şey yapmadım. Bir
de klimalı odada öğleden sonra uykuları var.
-
Eeee, ne güzel işte! Neden ıstırap
içinde diyorsun?
-
Yazamadığım için. Yazamadığım her
gün, o günün boşa harcandığına dair bir suçluluk duygusunu getiriyor
beraberinde. Ve bu duygu başka tüm zevklerin, eğlencelerin tadını kaçırıyor. Kendisine
tevdi edilen asıl görevi yerine getiremeyip başkalarına yardım ederek onların
teveccühünü kazanan memurun hissedeceği türden bir duygu. Kazılması gereken tünel
dururken sahilde kumdan kaleler yapmak.
-
Anlamadım, hem tevdi ne demek Alla’şkına?
-
…
-
Ben Osaka’daydım üç geceliğine.
Çok güzeldi. Bambaşka bir dünya, sen de gitmelisin.
-
…